İnanç Sözleşmesi ile taraflar, karşılıklı bir güven ilişkisi içinde, 3. Kişiyle bir hukuki işlemin yapılmasında anlaşmaktadır. Öngörülen koşulların ileride gerçekleşmesi halinde, amaçlanan asıl işlemin yapılmasını karşılıklı olarak taahhüt etmektedir.
İnançlı işlem, taraflar arasında karşılıklı güvene dayanılarak yapılan ve öngörülen koşulların ileride gerçekleşmesi halinde, bu anlaşmaya uygun hareket yükümlülüğü doğuran bir işlemdir.
- İnançlı İşlem Nasıl Kanıtlanır?
Yargıtay, yerleşik içtihatlarında inançlı işlemin ancak yazılı delille kanıtlanabileceğini kabul etmiştir. Buna göre inanan kişi, inanılan ile aralarında bir inanç anlaşması olduğunu, bu anlaşma yazılı yapılmışsa kanıtlayabilir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Ancak aranan yazılı şekil, inanç anlaşmasının geçerliliğiyle ilgili değildir. Uyuşmazlık doğduğunda inanç sözleşmesinin ispatıyla ilgilidir.
İnançlı işlem iddiasında bulunan kişinin elinde imzalı inanç sözleşmesi yok ise taraflar arasındaki yazışmaları, para transfer dekontlarını mahkemeye sunabilir.
- İnanç Sözleşmesinde Sözlü Kanıt Var mıdır?
İnançlı işlem iddiası, şekle bağlı olmayan yazılı delil ile ispatlanabilir. Dolayısıyla inançlı işlem iddiasının kural olarak yazılı olmayan deliller ile ispatlanması mümkün değildir. Bu nedenle yazılı delil başlangıcı varsa, iddia her türlü delil ile ispatlanabilir. Bu kapsamda yazılı delil başlangıcı varsa, inanç sözleşmesinin varlığı konusunda tanık dinletilebilir.
Yazılı delil başlangıcının da olmaması durumunda ise iddia sahibinin son başvuracağı delil, karşı tarafa yemin teklif etme hakkıdır.
İnançlı İşlemin Hüküm ve Sonuçları
İnançlı işlem geçerli olduğuna göre, tarafların inanç sözleşmesine uygun olarak edimlerini ifa yükümlülüğü vardır. İnanılan kişi, öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, inanç sözleşmesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.
Örneğin, yasal engeli olduğu için taşınmazı inandığı A adına aldıran Y, bu yasal engel kalktığında taşınmazın kendisine devrini talep edebilir. A, inanç sözleşmesine uygun olarak bu talep yönünde edimini ifa etmek zorundadır. Y’nin bu talebi, hukuki işlemle (aralarındaki inanç anlaşmasıyla) ilgili bir taleptir. Bunun sonucu olarak inanç anlaşması, HMK m. 200 uyarınca belgeyle (senetle) ispatı zorunlu bir işlemdir.
- İnanç Sözleşmesinde Zamanaşımı Süresi
İnanç sözleşmesinden doğan alacak hakları da, sözleşmeden doğan diğer alacak hakları gibi 10 yıllık genel alacak zamanaşımına tabidir. İnanan kişi, kendisine inanılandan olan, mülkiyetin iadesine ilişkin alacak hakkını, inanç anlaşmasına göre muaccel olduğu tarihten itibaren 10 yıl içinde talep etmelidir. Aksi takdirde zamanaşımı savunmasıyla karşılaşır.
İnanan kişi, bu yüzden doğan zararının tazminini talep edebilir. Bu talep de inanılan kişinin, sözleşmeye aykırı olarak malı 3. Kişiye devrettiği tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.
Muvazaa ile İnançlı İşlem Arasındaki Farklar
Muvazaa ile İnançlı İşlem Arasındaki Farklar | |
Muvazaa | İnançlı İşlem |
· Taraflar, ya gerçekte istedikleri ancak gizli tuttukları (nisbi muvazaa), ya da hiç düşünmedikleri (mutlak muvazaa) işlem yerine görünürde başka bir işlem yapar.
· Böylece nisbi muvazaada taraflar arasında bir gizli işlem, bir de görünürde işlem vardır. |
· Tarafların gizlediği bir işlem yoktur. Taraflar arasında bir inanç sözleşmesi vardır. Bu sözleşme, tarafların iradelerine uygundur. Gizli tutulup tutulmadığı önemli değildir. Bu işlem, geçerli bir işlemdir.
· İnanılan kişinin, 3. Kişiyle inanç sözleşmesine uygun olarak yaptığı bir sözleşme vardır. Bu sözleşme de geçerlidir. Çünkü bu sözleşme de geçerli olan inanç anlaşmasında kararlaştırılan bir sözleşmedir. |
· Muvazaalı işlemin tarafları aynıdır. Gizli işlemi ve görünürde işlemi yapanlar aynı kişilerdir. | · İnanan ile inanılan arasında yapılan bir inanç sözleşmesi vardır. Bunun dışında inanılan kişinin, 3. Kişiyle yaptığı bir sözleşme daha vardır. |
· Muvazaalı sözleşme geçersizdir. Kesin hükümsüzlük iddiasıyla ortadan kaldırılabilir. | · Geçerli bir sözleşmedir. Bu nedenle iptali ya da butlanı ileri sürülemez. |
· Muvazaada görünürdeki işlem, tarafların istedikleri ve gerçek iradelerine uygun bir işlem değildir. Bu nedenle kesin hükümsüzlük yaptırımına tabidir.
· Muvazaa nedeniyle görünürdeki işlemin geçersizliği her zaman ileri sürülebilir. Bir zamanaşımı süresine tabi değildir. |
· İnanç sözleşmesi, tarafların gerçek iradelerine uygun olarak yapılmıştır. Bu nedenle geçerlidir.
· Bu sözleşmeden doğan alacak hakları, muaccel olduğu tarihten itibaren 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabidir. |
Mahkeme Kararları
İnançlı İşleme Dayalı İddia, Her Türlü Yazılı Delil ile İspatlanabilir. İspat Yükü Üzerinde Olan Tarafın Elinde Mektup, Banka Dekontu, Yazışmalar, Vb. Belgeler Var İse, Bunlar Yazılı Delil Başlangıcı Sayılır.
İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. …05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. H.D., 16.03.2023 T., 2021/790 E. 2023/606 K.).
İnanç sözleşmesi anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, makine ile yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış, parmak izli veya mühürlü senetler gibi.) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HUMK.nun 292.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delil ile ispat edilebilir.
Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HUMK.m.236) yemin (HUMK.m.344) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
Eldeki davada da davacı, 3.3.2004 tarihli davalının imzasını taşıyan “inanç sözleşmesi” başlıklı belgeye dayanmıştır. Davalı belge içeriğinin davacı tarafından amaca aykırı olarak doldurulduğunu ileri sürmüş, mahkeme bu savunmayı yerinde görmüştür. Gerçekten, “beyaza imza” ya da “açığa imza” olarak isimlendirilen, karşı tarafa güvene dayalı olarak verilen imzalı boş belgelerin içeriğinin imza sahibinin rızası hilafına doldurulması tatbikatta sık karşılanan olgulardandır. İmzalı boş kağıdı karşısındakine veren kimse onun üzerine kendisini zararlandırıcı nitelikte eklemeler yapılabileceğini öngörmesi gerekir.
Bu nedenle doğacak tehlike ve rizikoları ilk başta kabul etmiş sayılır. Açığa imza atılmak suretiyle düzenlenen senetlerin, anlaşmaya aykırı olarak
doldurulduğu kanıtlanmadıkça geçerlidir. Senedin hüküm ve gücünü ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler HUMK.nun 290. maddesi hükmünce şahitle kanıtlanamaz. Yazılı delille ispatı gereken hususlarda diğer tarafın açık muvafakatı ile tanık dinlenebilir. Tüm bu açıklamalardan sonra somut olaya yeniden döndüğümüzde, davacının dayandığı belgenin içeriğinin davalının aleyhine sonradan doldurulduğu savunması, az yukarıda açıklandığı gibi yazılı bir belge ile kanıtlanamamıştır. O halde, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sözü edilen nitelikte bir inanç sözleşmesi bulunmaktadır ve davanın bu sözleşme çerçevesinde incelenerek sonuçlandırılması gerekir. Mahkemece, tüm bu olgular gözetilerek, tapu iptali ve tescil isteğinin ve yine yazılı belge ile kanıtlanan alacak isteminin hüküm altına alınması gerekirken aksine düşüncelerle davanın reddi doğru görülmemiştir (Yargıtay 14. H.D. 06.02.2007 T., 2006/1401 E. 2007/914 K.).
Zamanaşımı Süresi, İnanç İlişkisi Sona Erdikten veya Alacak Muaccel Hale Geldikten Sonra İşlemeye Başlar
İnançlı işlem inanç sözleşmesine dayandığından, sözleşmelere ilişkin zaman aşımı hükümlerinin inançlı işlemlere de uygulanacağı, bu sürenin inançlı işlemin türüne göre kıyasen tatbik edilecek vekalet ve rehin hükümlerine göre belirleneceği gerek uygulamada gerekse doktirinde baskın görüş olarak benimsenmektedir. Ne var ki, zaman aşımı süresinin başlaması için inanç ilişkisi sona ermeli veya alacak muaccel hale gelmelidir. Bu itibarla inanç sözleşmesi sona ermediği, inanç konusu inanılanda, alınan para inananda kaldığı sürece zaman aşımı süresinin başlamasına olanak yoktur. Açıklanan kuralın doğal sonucu olarak taraflar borcun ödenmesi için bir süre kararlaştırmış ve borç bu süre içerisinde ödenmemiş olsa dahi inanç ilişkisi devam ettiğinden inanç konusunun iadesi için dava açılabilir. İnanılan, kararlaştırılan sürenin geçtiğinden bahisle inanç konusunu iade etme yükümlülüğünün sona erdiğini savunarak iade borcunu yerine getirmemezlik yapamaz. Keza kararlaştırılan süre içerisinde borcun ödenmemesi halinde inanç konusunun inanılana geçeceği, inananın dava açamıyacağı yönünde inananın müzayakasından yararlanılarak sözleşmeye konulan böyle bir koşul T.M.K.nun 873 ve 863 maddelerinin buyurucu hükümlerine aykırı düşeceğinden geçersiz olup, sözleşme serbestisi kuralına dayanılamaz. Aksinin kabulü halinde borç veren borç alanın darda kalmasından yararlanarak daima inanç sözleşmelerine böyle bir hüküm koymak suretiyle söz konusu madde hükümlerinden kurtulma ve borç verdiği kişinin malını veya hakkını çok az bir bedel ile eline geçirme, onu istismar etme olanağını elde etmiş olur ki, bu husus sözleşme hukukunun genel prensiplerine, ahlaka, kanun koyucunun amacına ters bir sonuç doğurur ve tefeciliği teşvik eder. Nitekim böyle sözleşmelerin batıl olduğu B.K.nun 19. ve 20. maddelerinde hükme bağlanmıştır. İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır. Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır…
Somut olaya gelince; mahkemece, her ne kadar zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de yukarıda değinildiği üzere bu tür davalarda zamanaşımı süresinin başlaması için öncelikle inanç ilişkisinin sona ermesi veya alacağın muaccel hale gelmesi gerektiğinden, eldeki davada olduğu gibi inanç sözleşmesinin sona ermesinin üzerinden 10 yıl geçmediği anlaşıldığından mahkeme kararının doğru olduğunu söyleyebilme imkanı bulunmamaktadır (Yargıtay 14. H.D. 27.04.2021 T., 2021/1296 E. 2021/3089 K.).